Bir çocuğa isim koymak, zannedildiği gibi basit bir eylem değildir aslında. Tam aksine oldukça dikkat edilmesi gerekir. Peki neden?
İsim, her şey gibi bir frekanstır. O frekans içinde hangi niyeti barındırıyorsa ardından onu getirir. Bir çocuğa isim koyarken dikkat edilecek ilk husus ismin kime ait olduğu, ikincisi ise hangi niyetle konulduğudur. Artık eskisi kadar yaygın olmasa da aile büyüklerinin isimlerini koyma geleneği de halen devam ediyor. Sadece anneanne-babaanne-dede ismi taşısın diye konuluyorsa sorun yok lakin niyet “onlar gibi olsun, onların ismini yaşatsın, onların hatırasını yaşatsın” olduğunda sorun ortaya çıkabilir. O aile büyüğünün ismini taşıyan çocuk kendi seçimlerini yapma ve kendi hayatını yaşama isteği ile ismini taşıdığı kişiye benzeme, onun yolundan yürüme, onun yapamadıklarını yapma enerjisi arasında sıkışıp kalabilir. Özellikle de vefat etmiş bir kişinin ismini taşıyan ve onu yaşatsın niyeti taşınan çocuk, çoğu zaman kendisini başkasının hayatını yaşıyormuş gibi hissedebilir. Kendi hayatını kurmakta zorlanabilir, kendisini sanki bir ölü gibi hareketsiz bırakan enerjiyi bir türlü çözemeden hayatını geçirebilir.
Danışmanlıklarda bunun pek çok örneği ile karşılaştım, tıpkı dün hayatının her sürecinde yoğun olarak hissettiği dışlanmışlık hissi üzerine çalıştığımız vakada olduğu gibi. Bu kişi babaannesinin ismini taşıyor ve hissettiği duygu yoğun bir dışlanmışlık. Sürekli arkadaşları arasında bir şey olacak ve dışlanacak korkusuyla adım atmakta ve en önemlisi de kendisi gibi davranmakta zorlanıyordu. Bu duygunun kökenine indiğimizde babaannenin hikâyesini bulduk. Kardeşleri tarafından sürekli dışlanmış ve kendisini var edememiş bir babaannenin torunu olarak onun hayatında çözemediği çatışmayı kendi hayatına taşımıştı.
Bir başka vakada, küçük yaşta vefat eden ve herkes tarafından çok sevilen akraba bir kızın ismini taşıyan bir genç kız var. Bu ismin veriliş amacı, onun gibi güzel ahlaklı ve sevilen bir kız olması. Fakat bu niyetin enerjisiyle kızın hayatında bir şey oluyor. Küçüklüğünden beri ara ara rüyalarında bir tabut görüyor ve bu tabut benim tabutum diyerek ağlamaya başlıyor. Ne zamanki bu bağlantıyı çözdük, o kızın frekansından özgürleşmiş oldu.
İsimle ilgili bu tür durumlara en fazla vefat eden kişilerin ardından doğan çocuklarda karşılaşıyoruz. Kendisinden önce vefat eden kardeşin ismini alan çocuklar, önceki kardeşin enerjisi ile dolanık hale geliyorlar ve anlamlandıramadıkları bir karmaşa yaşıyorlar. Bu sebeple ismin enerjisinin farkında olarak, isim koyarken hiçbir şarta bağlı olmadan, kimse gibi olmasına niyet etmeden, saf bir niyetle koymak gerekiyor. Vefat eden kişilerin isimlerini başkasına vermek, o kişiyi başka bir bedende yaşatmak anlamına geliyor ki bu yeni doğan çocuğa yapılan çok büyük bir haksızlık. Gidenin gittiğini kabulle gelenin de geldiğini kabule geçerek onun kendi hayatını kurmasına ve kendi seçimlerini özgürce yapmasına izin verelim.
Peki, bu niyetlerle konulmuş bir isim taşıyor ve bundan özgürleşmek istiyorsak ne yapabiliriz? Haydi, ufak bir uygulama yapalım: Gözlerinizi kapatın, o kişi her kimse onu gözünüzün önüne getirin ve “Benim annem… benim babam … senin annen… senin baban… ben sen değilim, senden özgürleşiyorum, senin hayatına saygı duyuyor ve senin kaderinden özgürleşiyorum. Kendi kaderimi yaşamaya niyet ederek yola çıkıyorum. Teşekkür ederim.” deyin. Ardından o kişi adına bir hayır yapın, bir ağaç dikin ya da bağışlayın. Böylece o frekanstan özgürleşebilirsiniz.
Nihayetinde, çocuğunuza ölen çocuğunuzun ismini vermeyin. Onun yerine geçsin diye tekrar çocuk sahibi olmayın. Vefat eden aile büyüklerinin isimlerini onlar gibi olsunlar diyerek çocuklarınıza vermeyin. Çocuklarınızın “kendileri olma” fırsatını doğar doğmaz ellerinden almayın..
Sevgiler,
Büşra Betül.