Cumartesi günü bir arkadaşımın nikâhına gitmek üzere eşimle birlikte evden çıktık. Hava soğuk ve yağmurluydu. Üsküdar’da nikâha katılır, sonra hava açarsa biraz deniz havası alıp döneriz diye planlayarak yola koyulduk. Yağmurlu günlerde İstanbul’un trafiğini bilen bilir, öyle bir yoğunluk vardı ki bana verilen nikâh saatine 10 dk. kala ancak salona ulaşabildik. Kapıda güvenlik bekliyordu. Aceleyle arkadaşımın ismini söyleyip salonu sorduğumda “Burada o isimde birinin nikâhı yok bugün.” diye cevap verdi. Şaşkınlıkla acaba yanlış yere mi geldik diye duraksadım. “Bana böyle denmişti, belediyenin başka bir nikâh salonu var mı?” dedim, olmadığını söyledi. Arkadaşımı arayıp sormaya karar verdim ki bir yandan da nikâh anında benim telefonuma nasıl bakacaksa diye düşünüyordum. Nihayetinde nikâhın bir gün önce ertelendiğini ve arkadaşımın yoğunluktan bana haber vermeyi unutmuş olduğunu öğrendim. Hatta “Herkese yeni davetiyeyi attım sana atmadım mı?” diye mahcubiyetle şaşkınlık arasında bir tepki vermişti. Anlık bir duraksama ve hayal kırıklığı sonrası, “Yapacak bir şey yok. Bugün buraya gelecektik demek ki. Bakalım ne için geldik” diyerek, eşimle uzun zamandır uğramak istediğimiz, nikâh salonunun hemen yanındaki Tebessüm Cafe’ye girip birer kahve istedik. Biraz önce hafifleyen yağmur tekrar başlamıştı. Yağmur dinsin de biraz yürürüz madem deyip bir saat kadar oturup tekrar dışarı çıktık.
Kafenin önünden yol ikiye ayrılıyordu. Birisi geldiğimiz yol, diğeri ise daha sakin bir ara yoldu. Anlık bir tereddütten sonra eşim “Hadi diğer yoldan gidelim, bu defa değişiklik olsun, vaktimiz var” deyince oraya yönelip yürümeye başladık. Biraz ötede daha önce sitede beslediğimiz bir kedimizi getirdiğimiz belediyeye ait veteriner kliniğini görünce, o gün kedinin ne kadar korktuğunu falan anlatıp gülüyorduk. Bir an içimden gelen bir hisle, “Gel madem buraya kadar geldik. Havalar da soğudu, bahçedeki kediler için bir yuva isteyelim belediyeden bakalım veriyorlar mı?” dedim. Eşim “Kapalı görünüyor burası, hafta içi arayıp sorarız, çıkmayalım oraya kadar” dediyse de “Açıktır. Bugün pazar değil, gel bir bakalım” diyerek ısrar ettim. Derken merdivenlerden yukarı çıkmaya başladık. Tam kapıya geldiğimizde bir minnoş yavru kedinin kapının önünde yağmurdan ıslanmış ve korkmuş vaziyette bize baktığını gördük. Maviş maviş gözleriyle masum masum bakan, tatlı mı tatlı, en fazla bir aylık bir yavruydu. Elimi uzattım fakat kendini koruma refleksiyle sürekli kapının yanındaki saksının altına saklanıyordu. Bir yandan da uzaktan uzağa bizi izliyordu. Biraz daha yukarı çıktığımızda yağmurdan koruması için üzeri naylonla kaplanmış bir ayakkabı kutusunun içinde oraya bırakıldığını gördük. Klinik açık olsaydı muhtemelen görevliler içeri alıp ilgilenirlerdi. Öğrendik ki sadece hafta içi hizmet veriyorlarmış.
O sırada eşim mama almaya gitti, ben korkutmadan yanında durdum ki bir yere kaybolmasın. Eşim mamayı alıp geldiğinde ona doğru yöneldi, tam mamayı önüne koyup geri çekilecekti ki, yavru eşimin eline doğru yanaştı. Biz de elini koklayacak sandık. Fakat yavrucak eşimin elinin sıcaklığını fark edince gidip alnını parmaklarına dayadı. Nasıl üşümüşse, o parmakların sıcaklığında ısınmaya çalışıyordu. İçim gitti, öyle masum ve çaresizdi ki bırakmaya gönlüm razı olmadı. “Biz bunu burada bırakamayız. Bak taa Çengelköy’den bu minnoş için gelmişiz, kim çağırdı bizi diye merak ediyorduk ya işte buymuş. Şimdi nasıl bırakırız burada. Birini bulana kadar evde bakarız, bir kaç güne de sahiplendiririz, çıkar inşallah birisi” dedim. (Bizim evdeki kediden dolayı biz alamazdık, yoksa kimseye bırakmazdım 🙂 ) Bunları söylerken bir yandan da birilerini arayıp sahiplenmek isteyip istemediklerini soruyorduk. Kimisi istemedi, kimisine de ulaşamadık. En son “Ne olursa olsun burada bırakmayalım, bakarız bir çaresine, olmadı evde kalır” diye düşünerek, yavruyu yağmur yağıyor diye yanıma aldığım şalıma sardım ve kucağımda onunla birlikte yürümeye başladık. O sırada öyle hisli bakıyordu ki eridim karşısında. İyi ki bırakmadık dedim içimden. Klinikten aşağı inip birkaç adım atmıştık ki telefon çaldı. Daha önce arayıp ulaşamadığı bir arkadaşıydı arayan, yakın zamanda evlerindeki kedinin kaçtığını söylediğini, o sebeple onun isteyebileceğini düşünmüştü eşim ararken. Geri dönüş yapınca hemen anlattı durumu, almak isteyip istemediğini sordu. “Çok sevindim Abi, getir ben sahip çıkarım ona” cümlesini duyunca hissettiğimiz duyguyu anlatamam. Hem bir yandan yürüyor, bir yandan da şükrediyorduk.
Tam o an bir şey fark ettim. Eşime dönüp, “Biz biraz önce o yavruya sahip çıkmak ile mamayı yanına koyup onu orada bırakmak arasında gidip gelirken aslında tam bir imtihan yaşadık. Aradık fakat kimseye ulaşamadık. Olmadı biz bakarız deyip onu yanımıza almaya karar verdiğimiz an senin arkadaşın geri döndü aramana.” dedim. O da şöyle dedi: “Evet, bizi o sokağa yönlendiren bir irade vardı. O merdivenlerden çıkaran da o iradeydi. Fakat o yavruya sahip çıkmak ile çıkmamak arasında bizim irademiz devreye girdi ve yavruyu alarak o iradeyi kullanmış olduk. Böylece de Allah o noktada yardım etti bize ve yavruya bir yuva bulduk” dedi.
Aynen böyle olmuştu. Bizi sabahın erken saatinde, o kadar yoğun yağmurda ertelenen bir nikâh için evimizden çıkaran, sonra o yavrunun bulunduğu yere doğru yönlendiren bir irade vardı. “Madem böyle bir günde buradayız, bakalım ne için geldik buraya?” diye sormuştuk. Çok geçmeden cevabı gelmişti.
Hayat da tam böyle işte mucizelerle dolu, her şeyin planladığımız ve tam bizim istediğimiz gibi olmasını isteriz, sonra en ufak bir aksilikte çılgına döneriz ya. Aslında hayat hiç de sandığımız gibi kontrol edebildiğimiz bir şey değil. Siz bir plan yaparsınız, aksilik çıkar, olmaz. Fakat sizin üzerinizde çok daha büyük bir plan söz konusudur ve sizi alıp o olacağa doğru yönlendirir. Hayata böyle bakarsak her an bir muamma öyle değil mi? Fakat o muammanın içinde çok güzel mucizeler de saklı. Dolayısıyla kendi planlarımızın işlemediği zamanlarda durup, “belki de başka bir yöne yönlendiriliyorum” diyerek akışa teslim olabilirsek, ardından böyle mucizeler yaşamak da her zaman olası…

Bu minnoşun adını “Badem” koyduk. Ve onu çok seven, sımsıcak saran tatlı mı tatlı bir aileye teslim ettik. Badem*, bu ailenin yanına gelecekti, birisi de buna vesile olacaktı. Yaradan bizi gönderdi, bu kadar. Bu olaydan sonra şunu çok iyi idrak ettik ki, olan ne varsa mutlaka hayırdır. Öyle olması gerektiği için olmuştur. Bunu hakkıyla idrak edebilenlerden olalım ve hayatın içinde her an sadece gözlemci olarak kalabilelim.
Sevgiler,
Büşra Betül.
*Badem şu an 7 aylık 🙂